top of page

Yemeyin Kardeşler - H. Muhsin Telek




Direnişin dilini anlamak, davranışlarının sonuçlarını görmekten geçiyor.

Nitekim direnişin “gücümüz var ve kullanmaktan çekinmeyiz” mesajını veriyor olmasına rağmen açık savaş yerine gayrinizami harp yönteminden vazgeçmediğini görüyoruz.

Direniş cephesi, öncelikle mesajını iletme derdindedir. Askeri sahada özgürleştirme hareketi bitmedi, yalnızca beklemeye alınmıştır. Çünkü asıl başarı, İsrail’in somut olarak bölgeyi terk etmesi değil, dünya kamuoyu gözünde geçerliliğini yitirmesidir.

Uhrevi disipline sahip hareketlerin genel yöntemi şudur; materyal gücüne güvenerek zorbalık peşinde koşan sistemleri manevi alanda çürütmek. İsrail, bugün maddi gücünü manevi kaybı karşısında pansuman olarak kullanmaya çalışıyor.

Göle maya çalıyor, kuyudan kaşıkla su çekiyor. Gücünü boşaltıyor. Boşalttıkça hırslanıyor. Kan kaybediyor. Daha çok kan dökmek ona merhem olmuyor. İsrail, bir çamura saplanmış ve sadece batışını hızlandırıyor.

Direniş, bugün tamimiyle İsrail’in uluslararası medyadaki balonlaşmış boyutunu sonlandırmayı amaçlıyor. Bu doğrultuda, dünya karşısında şeytan ve deccal figürünü kazanmış bir İsrail, Filistin topraklarından kovulan İsrail’den çok daha güçsüzdür.

Maharet, Siyonistleri göndermek değil, onları topyekûn yok etmek de değil. Maharet, onun onur ve şanını iki paralık etmektir. Ki böylece gemide açılan delikle katil rejim kendi hatalarında boğulabilsin.

Direniş, son çare olmadıkça o gemiye topyekûn saldırmayacak. Batan bir gemiye kendi kendine batması için zaman kazandıracak. Çünkü bu rejim, işgal ettiği topraklarda kurduğu sözde yasama, yargı ve yürütme organlarından ibaret değil. Ki o noktaları topyekûn parlattıktan sonra yok olduğundan söz etmiş olalım.

İsrail, Filistin’i işgal etmeden evvel “Siyonist Birleşik Devletlerini” bir araya getirmiş genel bir güruhun şımarık çocuğudur. Siyonist olduğunu bile saklamayan devlet başkanlarının koştur koştur gittiği Tel Aviv’in heyecanlı yönetimi, bu devletlerin patronu ve küçük prensi davranışı sürdürmekte.

Ki bu sebeple İran’ın yıllardan beri kötülükte birbirinden ayrı tutmadığı İngiltere, ABD ve Fransa üçlüsünün başkanları telaşla gemilerini göndermiş ve Siyonist ufaklığa yardım etmeye yeltenmişlerdir.

Benzer davranışı Ukrayna’ya da uygulamışlar ve ona tepeden bakmaktan vazgeçmeyen bir tavırla sürdürmüşlerdi. Ama bugün konu İsrail olunca, o küçücük boyu ve ekonomisi ile Amerika Başkanı’nın saygı ve hürmetle yaklaştığı bir standartta yer alıyor ve elbette sözünü onlara geçirebiliyor.

İsrail, göründüğünden fazla maddi bir güce sahiptir.

Ancak bu, direnişe engel teşkil edecek bir durum değil. Tek bir şartla tabi; İslam aleminin birleşmiş olması şartıyla. Çünkü İsrail’e bu gücü veren en büyük şey, İslam aleminin hizipleşmiş olması.

Direnişin birinci amacı, bu deccalı ortaya çıkarmak ve sakladığı yüzünü aşikâr etmek. Elbette ayrı ayrı tanımlıyor olduğumuz bu sömürücü devletlerin aslında tek bir kontrol mekanizmasına sadık kalan eyaletler sistemi olduklarını anlamamız ayrı bir gereklilik.

Bilgi, hüccetin tamamlanmasını sağlar ancak bunu istemeyen kimseler akla karayı birbiriyle karıştırmayı amaçlıyor. İmam Ali’nin dediği gibi, “İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı.” Onlar bunu çoğaltıyor ve iyi tek renkken ona bin ton daha katıyorlar.

Oysa İsrail-Filistin savaşı iki benzer tonun savaşı değil, İslam Yahudi savaşı hiç değil, tamamıyla barbarlığa karşı insanlığın savaşıdır. Siyaha karşı beyazın savaşıdır.

Bunu görmüş olan Direniş ve ehli kimseler, bunun dünya genelinde görülmesi için çaba gösteriyorlar. Dünyada kitlelere her zaman seslenilir, her konuşanın bir dinleyicisi muhakkak vardır.

Ama bir kimseye, “dünyanın tamamının izleyeceği tek bir konuşma yapma hakkı var. Orada ne söylerdin?” sorusunu soracak olursak, onun “Doğru bilgiyi tamamlamak için konuşurdum” cevabını vermesi mantığa yatacak en doğru cevap olurdu. Bir savaş ilan etmenin aksine…

Hizbullah bunu yaptı. Dünyada bu manipülasyon ve propagandayı yapan neredeyse tüm batıl kökenli medya organları, Hasan Nasrallah’ı canlı olarak yayınladı. “O, bir savaş ilan edecek ve bu sayede tüm suçu, günahı, kötülüğü ona yükleyeceğiz” söylemiyle bunu yaptılar.Tuzak kurdular, ancak tuzak kuranların en hayırlısından tekrar ve tekrar gaflete düşmüş bulundular.

Yüce Allah’a sırtını dayayan direniş cephesi, İsrail’e manevi bir tuzak kurmuş oldu. Başardı.

Siyonistler onurlarına yediremedikleri bu tarihi operasyon karşısında Gazze’yi bitirmeden rahatlayamayacaklardı. Direniş, İsrail’in demokratik görünümlü maskesini indirmek için bu atılımı yaptı. İsrail, son çare olarak uçak ve bombalarına güvenen bir rejim olduğu için yapısı gereği saldırmaktan başka bir çözüm bulamadı. Öfkesini kusmaya başladı.

İsrail’den geçecek olan büyük ticaret koridoru askıya alındı. İsrail’le normalleşen Suudi Arabistan dahi olanlardan İsrail’i sorumlu tuttu. Onlarca Arap ülkesi, İsrail’le olan ticari ilişkilerini tekrar masaya yatırdı. İsrail ile oturup kalkanlar, söylemlerini İsrail aleyhine doğru değiştirmek zorunda kaldı.

İsrail’in karşısında dimdik duran direnişe, “destek vermemek rezalettir” algısı güçlenmeye başladı. Bazıları bu itham altında kalmak istemediği için, akıllarından İran’ı geçirdi. İran’dı Filistin direnişinin arkasında olan.

“İran, neden savaşa girmiyor hani Müslümanların destekçisiydi?” dendi. Bu sayede İran’ın “yayılmacı” olan o “mezhepçi politikası” kendini aşikâr edecekti. “İran nerede?” diye sordular. İran elçilikleri önüne boş tabut bıraktılar. Filistin için vermedikleri velveleyi İran’a karşı verdiler.

Onların yaptığı, Mahsa Emini’nin hastalığı sebepli ölümü bahanesiyle başlatılan ve 150’den fazla güvenlik gücünün öldürüldüğü isyan hareketine destek veren yüzbinlerin; Gazze’de katledilen 3 bin 600 çocuk ve 2 bin 400 kadına karşı suskun kalmalarından farksızdı.

Kısacası İsrail’e karşı yapmadıkları yaygarayı İran’a karşı yaptılar. Bu sorulan soru “Türkiye ile İran savaşsa hangi tarafta olurdun?” sorusu gibi fitne ve art niyet dolu bir soruydu.

“İran, Filistin’i 40 yıldır füze ve askeri teçhizatla desteklemişken, senin ülken bu vakte kadar ne yaptı?” diye sormak lazım.

İran’da Amerika ve İsrail elçilikleri devriminden bu yana yer almaz, peki neden senin ülkende Amerika üsleri ve İsrail elçilikleri halen yerinde duruyor?

Bunun cevabını vermeden, Filistin direniş liderlerinin dilinden ve hayır dualarından düşürmediği İran İslam Cumhuriyetini suçlamak hangi ağacın ürünüdür de biz ondan yemedik?

Yemeyin kardeşler, yasaklı ağacın elmasını yemeyin.

Direnişin bu manevi savaşına destek olun. Bu savaş, dünyada barbarlara karşı insanlığın savaşıdır ve bu aşikâr oldukça taraflar netleşmeye devam edecektir. Akla kara ayrıldığında yanlış tarafta olmayın.

Yemeyin kardeşler, yasaklı ağacın elmasını yemeyin.

bottom of page